Avrupa Birliği (AB) üye adaylık sürecinin başlaması ile Türkiye, anayasasında ve kanunlarında AB müktesebatına uyum amaçlı değişiklikler gerçekleştirmiş; insan hakları, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü alanlarında kayda değer gelişmeler yaşanmıştır. Böylece Türkiye hem dış yatırımlar açısından da cazip bir ülke haline dönüşmüş hem de bölgesinde model bir ülke görüntüsü çizmiştir. Diğer yandan, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın tamamını temsilen AB’ye üyeliğini gerçekleşmesinin ardından Türkiye’nin üyelik görüşmeleri sekteye uğramaya başlamıştır. Bu noktada Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi konusundaki noksanlıklar AB ülkeleri tarafından sıklıkla gündeme getirilmesine karşın; Türkiye’yi dışlayıcı AB politikalarına ek olarak, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de Türkiye’nin AB üyeliğine olan olumsuz bakışları son derece etkilidir. Söz konusu bu dışlayıcı politikalar, Türkiye-AB ilişkilerindeki güvenlik algısı ve tanımlamasındaki farklılıkların derinleşmesine yol açmaktadır. Sistemsel bir dönüşümün eşiğinde duran uluslararası sistem içinde AB, stratejik hareket etme vizyonundan uzak ve askeri kapasitesi olmayan bir aktör olarak yalnızca yumuşak güç enstrümanlarıyla özdeşleşmiştir. Bölgesel bir kimlik geliştirme iddiasıyla hareket eden AB için Türkiye ile kapsayıcı ve yapıcı diplomatik bir zeminin inşa edilememiş olması, ilişkilerin üye ülkelerin ulusal çıkarlarına endekslenmesi, AB’nin normatif söylemlerine ve ilkesel duruşuna aykırılık teşkil etmektedir. Kapsayıcı bir diyalog ortamının kurulması Türkiye – AB ilişkileri arasındaki güvenlik tanımlamaları farklılıklarını asgari seviyeye indirebileceği gibi AB’nin küresel pozisyonunu da güçlendirme olanağı sunmaktadır.
With the start of the Europen Union (EU) member candidacy process, Turkey has made changes in its constitution and laws for harmonization with the EU acquis, thus, Turkey has experienced significant developments in the fields of human rights, democratization and the rule of law. In this way, Turkey both has become an attractive country in terms of foreign investments and has drawn the image of a model country in its region. On the other hand, after the Greek Cypriot Administration's membership to the EU, representing the entire island, Turkey's membership negotiations have been started to suspense. At this point, although the deficiencies in freedom and democracy in Turkey are frequently brought to the agenda by EU countries; besides the EU policies that excluding Turkey, the negative views of France, Greece and the Greek Cypriot Administration towards Turkey's EU membership are also extremely effective. These exclusionary policies only serve to deepening of the differences in the perception and definition of security in Turkey-EU relations. On the verge of a systemic transformation in which the international system stands, the EU has been defined only with soft power instruments as an actor that is far from the vision of strategic action and lacks military capacity. The fact that an inclusive and constructive diplomatic ground could not be built between Turkey and EU, which EU claims to develop a regional identity, and that relations are indexed to the national interests of the member states, is against the normative discourse and principled stance of the EU. Establishing an inclusive dialogue environment between Turkey and EU relations can minimize the differences in security definitions as well as have the potential to strengthen the EU's global position.